Türkiye'deki Torpil Bataklığı

Embed from Getty Images

Torpil Belası
Torpil, toplumu yozlaştıran ve ahlaksızlaştıran çok tehlikeli bir uygulamadır. Torpilin içselleştirildiği bir toplumda, insanlar başkalarının hakkını yemekte herhangi bir beis görmezler. İnsanlar, kendi çıkarlarını maksimuma yükseltmek için bir başkasının hakkını gasp etmekten çekinmezler. Kişi, hakkı olmasa dahi, bir başkasının hakkı olan memurluk kadrosuna, ne yapıp edip, kendisini memur olarak sokmak için elinden gelen her türlü girişimi yapmayı uyanıklık olarak görmeye başlar. Başkasının hakkını yemek normalleştikçe, kişinin manevi değerleri hızla dejenere olur. Toplumun genelinde büyük bir ahlaksızlaşma baş gösterir. Hak yemenin sıradanlaşmasıyla başlayan yozlaşma, doğruluk ve dürüstlüğün önemsenmemesine, iyilik yapmanın küçümsenmesine, yardımseverliğin horlanmasına ve benzeri birçok ahlaki değerin yok olmasına neden olur.
Torpil, insanları karaktersizleştirir ve kişilik yapısını bozar. Memurluğa girişte veya görevde yükselmede Hak ve Adaletin olmadığını gören kişi, iki durumdan birisiyle yüzleşmek zorunda kalır. Ya kendisi Hak ve Adalete bağlı kalarak torpil aramayacak ve başkasının hakkını yemeyecektir; ama bu durumda işe giremeyecek veya görevde yükselemeyecektir. Ya da Hak ve Adaleti hiçe sayarak olanca gücüyle torpil arayacak ve başkasının hakkını yemeyi umursamayarak işe girmeye veya görevde yükselmeye çalışacaktır.
Karakteri sağlam ve kişiliği oturmuş bir kişi, birinci durumu seçecek yani torpil aramayacaktır. Hak ve Adaletten sapmayacak, kendi menfaatini temin etmek için başkasının hakkına tecavüz etmeyecektir. Ama karakterli ve kişilikli olmanın ağır bir bedeli vardır. Kişi, torpil yaptırmadığı için memurluğa giremeyecektir veya görevde yükselemeyecektir. Üstelik torpil aramadığı için, toplum tarafından aptal olarak nitelendirilecek ve keriz muamelesi görecektir. Hem memur olamamak ya da görevde yükselememek hem de insanlar tarafından aptal yerine konup, beceriksizlikle itham olunmak karşısında, kişinin dayanma gücü ne kadar olabilir? Karakteri ne kadar sağlam olursa olsun, kişiliği ne kadar oturmuş olursa olsun, bir insan bunca psikolojik ve sosyal baskıya ne kadar direnebilir? Başkasının hakkını yemekten korkan, ahlak sahibi bir insan, torpil mekanizmasının çarkları arasında ezilmeden ne kadar dik durabilir? Üstelik geçimini temin etmek, aile kurmak veya var olan ailesini geçindirmek için mutlaka bir işe girme zorunluluğu bulunan bir insan, torpil çarkının içine girmemek için ne kadar süre frenleyebilir kendisini. En sonunda direnci kırılan karakter ve kişilik sahibi birçok güzide şahsiyet dahi torpile başvurmakta ve hakkını almak için tek yol olarak gördüğü torpili zaman içinde meşrulaştırmaktadır. İkinci yolun kaçınılmaz olduğu yani torpilin hayatın bir gerçeği olduğu algısı insanların içine işledikçe, karakterleri yavaş yavaş bozulmakta ve kişilikleri dejenere olmaktadır. Karakter ve kişilik yozlaşması başladıktan sonra bunu geriye döndürmek oldukça zor, hatta imkânsızdır. Ahlaki değerlerini yitiren bir kişiye, tekrardan kaybettiği ahlaki değerlerin kazandırılması, çok büyük çaba gerektirir. Ve belki de tüm çabalara rağmen, yitirilen bu ahlaki değerler kişiye tekrardan hiçbir zaman kazandırılamayacaktır.
Torpil mekanizmasına öyle ya da böyle herhangi bir şekilde bulaşmış birisi, memur olduktan sonra ya da görevde yükselip bir üst makama geldikten sonra, görevini ne kadar sağlıklı ifa edebilecektir. Bulunduğu pozisyona başkasının hakkını yiyerek gelmeyi Hak olarak gören birisi, yaptığı görevde Hakka ve hukuka ne kadar riayet edecektir. Sahip olduğu işi, mevki ve makamı, bir kişiye, bir gruba ya da bir partiye borçlu olduğu duygusuyla ömrü geçen bir memur, ülkesine ne kadar faydalı olabilir. Bu memurun, bilinçli olmasa dahi bilinçaltında her zaman için birilerine, bir gruba ya da bir partiye minnet duygusu beslemesi, yeri geldiğinde ülkesinin menfaati yerine, birilerinin, bir grubun veya bir partinin menfaatini gözetmesi pekâlâ mümkündür. Görevini objektif bir şekilde Hak ve Adalet çerçevesinde yerine getirmekle yükümlü olan memurun, torpil ararken dejenere olmuş karakteri ve bozulmuş kişiliği göz önünde bulundurulduğunda, yaptığı iş ve işlemlerde ne denli hakkaniyetli olacağı şüphelidir.
Pratikte görülmesi zor olsa da teoride yaşanabilecek şöyle bir örnekle konu daha net anlatılabilir. Hâkim olmak isteyen bir kişi, yazılı sınavı geçtikten sonra, sözlü sınavdan yüksek bir not almak için iktidar partisinin il başkanından yardım istemiş olsun. İl başkanının torpiliyle yazılı sınavda aldığı puandan çok daha yükseğini sözlü sınavdan alarak bu kişi hâkimlik sınavını kazanmış olsun. Aradan 3 – 5 yıl geçtikten sonra bu il başkanının çok yakın bir akrabası herhangi bir şekilde suça bulaşmış olsun ve dava dosyası da bu hâkimin önüne gelmiş olsun. Bu il başkanı da bu hâkime giderek, suçlu olan çok yakın akrabasına ceza verilmemesini ya da çok hafif bir cezayla davanın neticelendirilmesini bu hâkimden talep etmiş olsun. Bu durum karşısında bu hâkim ne yapacaktır? Vicdanının sesini dinleyerek Hak ve Adalet çerçevesinde karar vererek suçluya gereken cezayı mı verecektir; yoksa bilinçaltındaki minnet duygusu ve aşağılık kompleksi ile kendisini torpil ile hâkim yapan il başkanının yakın akrabasına kıyak mı geçecektir? Kendisi hâkim olurken, başkasının Hakkını yemeyi kendisine Hak gören ve torpil yaptırıp hâkim olan birisinin, böyle bir ikilem karşısında çok fazla tereddüt yaşayacağı aşikârdır. Bu hâkimin, il başkanının yakın akrabasına kıyak yaparak, onun küçük bir cezayla bu davadan sıyrılmasını sağlama ihtimali çok büyüktür. Zira; torpil aramaktan karakteri dejenere olmuş ve kişiliği bozulmuş bir memurun yüzde yüz Hak ve Adalet ekseninde davranmasını beklemek oldukça güçtür.
Torpil, toplumsal barışı bozar. Torpil bulmak için birbirleri ile yarışan insanlar, birbirlerini sadece bir rakip olarak görmekten ziyade bir düşman olarak görmeye başlarlar. Haksız rekabetin insanları duygusuzlaştırması ve acımasızlaştırması neticesinde; memur olmak isteyen insanlar arasında amansız bir mücadele görülür. Çünkü herkes çok iyi bilmektedir ki; Hak eden değil, dayısı kuvvetli olan kazanacaktır. İnsanlar birbirlerine kötü gözle bakarak ve suizanla hareket ederek mutsuz ve huzursuz olmaktadırlar. Memur olan, memur olamayanı nasıl ezdiği ile övünürken; memur olamayan, memur olanın kendi hakkını nasıl gasp ettiğine öfkelenmektedir.
Torpil, kamudaki çalışma barışını bozar. Memurların görevde yükseltilmesi, torpil esasına göre yapıldığında; görevde yükselen memurla, görevde yükselemeyen memur arasında büyük bir hoşnutsuzluk doğar. Görevde yükselmenin Hakkaniyete dayanmadığını bilen memurlar, görevde yükselerek başlarına amir olarak gelen yöneticilerine hiçbir zaman için saygı duymayacak ve onları benimsemeyecektir. Memurlar, mevzuatın getirdiği zorunluluktan dolayı amirlerinin emirlerine uymakta iseler de, gerçekte içten içe amirlerinden nefret etmektedirler. Diğer memurların Hakkını yiyerek, çalıştığı kuruma amir olarak gelen bir yöneticinin, emri altındaki memurlar tarafından sevilmesini beklemek, büyük bir saçmalık olur. Memurun, memura düşman edilmesi neticesinde; devletin huzur içinde çalışılan bir yer olmaktan çıkarılıp, insanların birbirine düşürüldüğü bir cadı kazanı haline getirilmesi, ülkenin geleceği için çok vahimdir.
Torpil mekanizması, esas işi devleti idare etmek olan bakanların, esas işi kanun yapmak olan milletvekillerinin ve esas işi görev yaptıkları kurumları yönetmek olan yüksek bürokratların, işlerini güçlerini bırakıp torpil talepleriyle boğuşmasına yol açmaktadır. Memur olmak için torpil peşinde koşturan insanların yoğun baskısına maruz kalan bu kişiler, kendi işlerine yoğunlaşıp bu devlet için hizmet üretmek yerine, torpil savaşlarında enerjilerini tüketmektedirler.
Torpil Neden Var?
Öyle bir devlet düşünün ki; bu devlet, halkının ahlakını bozmak için bir sistem kurmuş olsun. Bu sistem sayesinde toplumu her geçen gün ahlaksızlaştırmakta, sosyal barışı zedelemekte ve kamudaki çalışma düzenini alt üst etmektedir. Devlet, vatandaşını Haksız ve hukuksuz işlerin peşine düşürmekte, Hak yemenin marifet sayıldığı bir toplum düzeni kurmaktadır. Millet, devletine düşman edilmekte, vatandaşın devlete olan saygısı ve sevgisi bitirilmeye çalışılmaktadır…
Böyle bir devlet anlayışı mümkün olabilir mi? Mantıken tabiî ki mümkün olamaz. Hele ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti için böyle bir şey asla ve kat’a düşünülemez. Ancak torpil denen illet, devletin başına bela edildiğinde ve uzun yıllar uygulandığında ortaya çıkan sonuç bir felaket olmaktadır. Manevi değerlerin erozyona uğramasına ve büyük bir kültür yozlaşmasına neden olan torpil, halkı ahlaksızlaştırmakta ve içten içe toplumu çürütmektedir. Devletin, bu yozlaşma ve çürümeye dur dememesi, hatta ve hatta yaşanan olumsuzlukları görmezden gelerek, menfaat ve çıkar gruplarına çanak tutar bir davranış sergilemesi, halkın bağrında büyük yaralar açmaktadır. Bu durum halkın hızla ahlaksızlaşmasına, milli ve manevi değerlerinden uzaklaşmasına yol açmaktadır.
Torpilin sistemleştirildiğini gören halkın, devlete güveni kalmaz. Milletin, devletle olan bağları zayıflar. Siyasetçilerin ve siyasi parti taraftarlarının iktidara gelme hedefi, ülkeye hizmet etmek gayesinden çıkıp, kendi çıkarlarını maksimize etme gayretine dönüşür. Devlet ve millet bütünleşmek yerine ayrışmaya başlar. Devlet eliyle, birileri tarafından Haksızlığa uğratıldığını düşünen halk, her zaman tedirgin ve huzursuz olur. Torpil mekanizmasının, kendi çıkarları doğrultusunda işlemesi için herkes birbirinin gözünü oymaya çalışır. Bu aşamada artık devlet, yüceltilmesi gereken bir değer olmaktan çıkıp, kişilerin menfaatlerine alet ettikleri bir araç haline gelir. Devlet ile millet arasında görülmeyen bir duvar örülmeğe başlanır ve ülke karanlık bir geleceğe doğru sürüklenir.
Torpilin kötülükleri sadece bu kadar mıdır? Elbette ki değildir. Yukarıda sayılanların dışında daha birçok kötülüğü bünyesinde barındırır torpil. Bunca kötülüğüne rağmen torpil mekanizması neden işletilmeğe devam edilir? Bu soruya cevap olarak bir sürü şey söylenebilir. Ancak torpilin özünde 4 temel husus vardır.
Birincisi; siyasetçilerin, insanları partilerinde çalıştırmak için torpili bir ödül ya da ceza aracı olarak kullanmasıdır. Partiler, taraftarlarına, iktidara geldiklerinde kadrolaşacaklarını ve kendilerini destekleyen kişileri memur yapacaklarının vaadinde bulunurlar. Siyasetçiler, iktidar hırsıyla yanıp tutuşurken, halkı da hırslarına ortak etmek için, parti için çalışanların memur yapılacağını söylerler. Partinin iktidara gelmesi için canla başla çalışanların muhakkak ödüllendirileceğini ve devlet kadrolarına alınacağını, parti için çalışmayanların ise cezalandırılacağını, sınav ve benzeri yollarla memur olmayı Hak etseler bile sözlü ve mülakatlar vasıtasıyla devlet kadrolarına girmelerinin engelleneceğini beyan ederler. Siyasetçiler, torpili iktidara giden yolda ateşleyici bir güç olarak görmektedirler. Siyasetçilerin bilinçaltlarında şu saçma düşünce vardır: “Torpili kaldırırsak, insanları parti için çalışmaya ikna edemeyiz. İnsanlar, parti için çalışmazsa biz de iktidara gelemeyiz.” Tek amacı iktidara gelmek olan ve bu uğurda her türlü Haksızlığı ve hukuksuzluğu yapmağa hazır olan bu ahlaksız siyasetçiler için torpil son derece meşru bir yoldur. Ancak bu ahlaksız siyasetçilerin anlamadıkları şudur ki; torpili kaldırıp Hak ve Adalet ile devlete memur alınacağını halka vaat etseler, sadece toplumun belli bir kesimini oluşturan yandaşlarının oyunu değil, toplumun çok büyük bir çoğunluğunun oyunu alacaklardır. Yandaşları torpille memur yaparak üç beş kişiyi sevindirmek yerine, Hak ve Adalete göre davranıp tüm toplumu memnun etmek ve halkın tamamının teveccühünü kazanmak; akıllı ve ahlaklı siyasetçilere özgü bir durum olsa gerek.
İkincisi, siyasetçilerin ve yüksek bürokratların, devleti kapıkulu memurlar ile doldurmak istemeleridir. Kapıkulu; şartsız ve koşulsuz, sorgusuz sualsiz, körü körüne itaat edenlere verilen isimdir. Siyasetçiler ve yüksek bürokratlar, kendilerine bu şekilde bağlı memurlar ile devleti istedikleri gibi idare edebilme, Haksız ve hukuksuz her türlü iş ve işlemi yapabilme gücünü kazanmış olurlar. En kusursuz itaat etme potansiyeli hangi memurda daha yüksekse, o memuru görevde yükseltmek, kötü niyetli siyasetçi ve yüksek bürokratlar tarafından çok önemli bir iş olarak görülmektedir. Oysaki Hak ve Adaletin ne olduğunu iyi bilen bir memur, yanlışa düşmek üzere olan siyasetçi ve yüksek bürokratın hata yapmasının önüne geçerek, devletin zarar görmesini önlemiş olacaktır. Hak ve Adaletten sapan siyasetçi ve yüksek bürokrat, aslında bindiği dalı kesmektedir; lakin kendine yaptığı kötülüğün farkında değildir.
Üçüncüsü, siyasetçilerin aşırı korkak oluşudur. Siyasetçiler, kendi partilerinden olmayan insanlardan aşırı derecede korkmaktadırlar. Siyasetçiler, kendi yandaşları ve taraftarları dışındaki halk kitlesini potansiyel düşman olarak gördüklerinden, kendilerine muhalif olan bu kitleyi sürekli dışlama yoluna gitmektedirler. Siyasetçiler, muhaliflerin de bu ülkenin vatandaşı olduğunu, bu ülkede onların da memur olmaya Hakkı olduğunu kabullenemediklerinden, devlet kadrolarında onlara hayat Hakkı tanımamaktadırlar. Siyasetçiler, devlet kadrolarına kendi partizanlarını doldurarak, kendilerini güvence altına aldıklarını, iktidarlarını sağlamlaştırdıklarını düşünmektedirler. Özgüveni düşük, kendisiyle barışık olmayan, ruhsal çöküntü yaşayan, art niyetli bir insan psikolojisiyle hareket eden siyasetçilerin, kendisi gibi düşünmeyen her insana ön yargılı yaklaşması ve potansiyel düşman olarak algılaması normaldir. Yüreği sevgiyle dolu, insanlara değer veren, hoşgörülü, farklı düşüncelere saygı gösterebilen bir siyasetçi modelini, günümüz siyasetçilerinde çok fazla görmek mümkün olamamaktadır.
Dördüncüsü ve en önemlisi; siyasetçilerin ve yüksek bürokratların kendilerini tanrılaştırmasıdır. Kulağa hoş gelmese de, ilk bakışta akıl dışı bir şeymiş gibi görünse de aslında bu çok acı bir gerçektir. Şöyle ki; Allah, insanları birbirlerinden farklı özelliklerde yaratmıştır. Hiçbir insanın zekâ ve yeteneği birbirinin aynı değildir. Allah, bazı kişilere diğer insanlardan daha fazla zekâ ve yetenek vermiştir. Devlete memur alınırken, Hak ve Adalet temelinde, objektif kriterler çerçevesinde bir süreç izlense, zaten öncelikle toplumun içindeki en zeki ve en yetenekli insanlar memur olacaktır. Torpil işletilmediği takdirde, zekâsı ve yeteneğiyle toplum içinde ön plana çıkan kişiler, devlet memurluğuna öncelikle girecekler ve gösterdikleri yüksek çalışma potansiyeli sayesinde, devletin maksimum kapasiteyle çalışmasını sağlayarak, ülkenin en ileri ve en yüksek seviyeye ulaşmasını temin edeceklerdir. Bu, Allah’ın koyduğu bir dengedir. Ancak insanların yaradılışından gelen özelliklerini kullanabilmeleri için Hakkaniyete dayalı, liyakati esas alan bir sistem gerekmektedir. Kendi zekâ ve yeteneği ile devlet kademesinde bir yerlere gelen insanların, çok yüksek bir çalışma performansına ve iş motivasyonuna sahip olacağı açıktır. Siyasetçiler ve yüksek bürokratlar, torpil mekanizması vasıtasıyla kendilerini tanrılaştırarak, devlet memurluğuna kimlerin alınacağına ve görevde kimlerin yükseltileceğine kendi keyiflerine göre karar vermektedirler.
Buradan çıkan sonuç şudur: “Torpil; insanların, Allah’ı yok sayarak, kendi kafalarınca düzen kurmak istemeleridir.” Kendilerini tanrılaştıran siyasetçi ve yüksek bürokratlar, Allah’ın koyduğu dengeyi bozarak, zeki ve yetenekli insanların önünü keserek, Hak etmeyen kişileri memur yapmakta ve görevde yükseltmektedirler. Kendilerini tanrılaştıran siyasetçilerin ve yüksek bürokratların başı öylesine dönmüştür ki, içlerine düştükleri sapıklığın farkına varmaktan çok uzaktırlar. Kendilerini Allah’tan daha güçlü ve kudretli görerek, çağdaş firavun rolüne soyunan siyasetçi ve yüksek bürokratlar, aslında kendilerini nasıl bir dipsiz kuyuya yuvarladıklarını idrak etmekten acizdirler. Bu zavallı ve şuursuz siyasetçi ve yüksek bürokratlar, kendilerini tanrı rolüne öylesine kaptırmışlar ve bu sapkınlıklarına kendilerini öylesine inandırmışlardır ki; Hak ve Adalet isteyen halkın çığlıklarını duyamayacak kadar sağır, gerçekleri göremeyecek kadar kör olmuşlardır. Hak ve Adaletin, bir gün muhakkak yerini bulacağı; kendilerini tanrılaştıran siyasetçi ve yüksek bürokratların bir gün muhakkak yerle bir olacağı, Allah’ın insanlara mutlak bir vaadidir.
Torpil, Toplumu Çürütür
Torpil, Hak yemektir. Torpil mekanizması; yüz binlerce, milyonlarca, hatta milyarlarca insanın Hakkını yer, yine de doymaz. Torpil ile Hak yemeğe alışan bir millet, Hak yemeğe doymaz. Bilakis torpil yaptıkça, iştahı daha da artar. Hak yedikçe daha çok yiyesi gelir. Sürekli iştahı kabarır. Ve bu iştahı doyurmak, hiçbir zaman mümkün olmaz. Ta ki, toplum kendi kendini yiyip bitirene kadar… İşte bunun önüne geçmek çok ama çok zordur.
Yasal düzenlemeler ile torpil bitirilebilir. Lakin toplumun torpil iştahını bitirmek öyle kolay değildir. İnsanların torpil iştahının kaybolması hemen mümkün olmaz. En az iki yüzyıllık bir alışkanlığı, insanların çarçabuk terk etmesini beklemek hiç akılcı değildir. Çünkü torpil, Türkiye Cumhuriyeti’nden daha eskidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ülkenin başına bela olmaya başlayan bu illet, cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte kendisini daha da geliştirmiş ve kurumsallaştırmıştır. Bu bakımdan, torpili basite alarak, bir iki mevzuat düzenlemesiyle bu belayı başımızdan defedebileceğimizi sanmak büyük bir yanılgı olur.
İki yüzyıldan fazla bir süredir, insanımızın kanına işlemiş, kılcal damarlarına kadar tüm vücuduna sirayet etmiş torpil belasından, bir anda kurtulmak mümkün olabilir mi? Torpilsiz bir Türkiye’ye hemen yarın ulaşabileceğimizi sanmak, çok büyük bir hayalcilik olur. Bu toplumun hayale değil, gerçeğe ihtiyacı vardır. Hem de katıksız, saf ve yalın bir gerçeğe ihtiyacı vardır. Torpille yatıp torpille kalkmaya alışmış şu günümüz neslinin arkasından, öyle bir nesil gelmelidir ki, torpil kelimesinin ahlaksız anlamını hiç bilmemelidir. Torpili, savaşta kullanılan bir bomba çeşidi olarak anlamalıdır. İşte o zaman bu toplum, ahlaklı bir toplum olma yolunda büyük bir başarı kazanmış olur. Ama o başarının kazanılması için şimdi büyük bir adım atılmalı ve toplumun zihninden ve ruhundan torpil sökülüp atılmalıdır. Bu, çok zor bir iştir. Çünkü torpil, bu milletin hem zihnine hem ruhuna işlemiştir. Zihin ve ruh farklı şeylerdir. Torpilin ikisine birden işlemiş olmasının nedeni, hem çok uzun yıllardır torpilin bu ülkede uygulanıyor olması, hem de torpilin devlet güvencesinde kurumsallaşmış bir olgu olarak korunmasındandır. Devlet gücüyle kurumsallaşmış olan torpili yine devlet gücüyle bir günde bitirmek kolaydır. Burada da yapmaya çalıştığımız şey budur. Gerekli hukuki düzenlemeler yapılarak bu rahatça aşılabilir. Mevzuat yenilenerek, istenilen şekilde bir uygulama hayata geçirilebilir. Böylelikle kurumsallaşmış torpil mekanizması bir gün içinde yerle bir edilebilir. Yıllardır ülkeyi yiyip bitiren bu canavar, bir anda yok edilebilir ve toplum yeniden huzura kavuşturulabilir.
Elle tutulmayan ve gözle görülmeyen bu canavar, milletin maneviyatını yiyip bitirmiş ve toplumu ahlaksızlaştırmak için çabalayıp durmuştur. Mevzuat düzenlemesi ile torpil mekanizmasının belini hemen bugün kırmak mümkün olsa da, torpilin olmazsa olmaz olduğu gerçeği kafasına kazınmış günümüz neslinin, torpil arayışı hiçbir zaman bitmeyecektir. Günümüz toplumunun karakteristik özelliği haline gelmiş olan torpili, çoğu insanın bir canavar değil de masum bir Hak arayışı gibi içselleştirmiş olması, olayın ne kadar vahim olduğunun açık bir göstergesidir. Oysaki torpil canavarı, toplumun ahlakını yiyip bitiren ve milletin maneviyatını yok eden çok büyük bir düşmandır. İçinde yaşadığımız toplum, bunu çok iyi idrak edemese de, torpilden arındırılmış gelecek nesiller bunu çok iyi anlayacaklar ve onlar geçmişe dönüp bugüne baktıklarında, ülkenin nasıl bir rezillik içinde debelenmiş olduğunu görecekler ve şaşırıp kalacaklardır. Kaç binlik yıllık devlet geleneğinin torpil ile nasıl çiğnendiğini, liyakatin terk edilmesiyle nasıl bir maskaralığın içine düşüldüğünü, birbirlerinin Hakkını yemek için insanların nasıl çirkefleştiğini, devletin kadrolarını yağmalamak için toplumun nasıl birbirine düşürüldüğünü ve hepsinden önemlisi, bunları yapanların, bu yaptıklarını iğrenerek değil de severek ve isteyerek yaptıklarını gördüklerinde tiksinecekler ve bu millete bu kötülükleri yaşatanlara lanet okuyacaklardır.

Bülent Köse, 09/03/2018, İstanbul